“Aksa’ya” dedim, “itikafa gidelim”
Yüzünü düşürüp olmaz dedi.
Sanki Aksa’yı beğenmedi,
Ya da itikafı küçümsedi,
Belki paraya kıyamadı
Acaba zamana mı acıdı
Duymadı mı ziyarete değer üç mescid olduğunu
Yoksa, tescilli korkak yahudilerden mi korktu
Zannederdim; herkesin kalbinde yerin özeldir Aksa,
Zannederdim; fırsat bekliyorlar varmak için yanına
Meğer bir kelimeymişsin sadece
Sadece sloganmışsınsın dillerde,
Onlar için somut değil, soyutsun,
Evet evet! Siyonist İsrail kahrolsun…
Ah be müslüman,
Kim sahiplenir Aksayı, durunca sen yerinde
İşte ölüyor Aksa, Yahudi elinde yalnızlık içinde
Aksa müslümanların ilk kıblesi,
Tarihte yapılan ikinci camii
Hz. İbrahim’in yüce mescidi
Hz. Süleyman’ın kutsal mabedi
Hz. Davud sarayı, Hz. İsa’nın hanesi
Bükme boynunu, üzme kendini,
Bir ben kalsam sana sevdalı,
Seve seve verim yoluna canımı
İsrail’in uluslararası arenada varlığı, binlerce yıl önce Filistin topraklarında daha önce devlet kurdukları iddiasına dayandırılır. Binlerce yıl önce devlet kurmuş olmanın, o topraklar üzerinde hak iddia etmeye vesile olduğuna dair, insanlık tarihinde bir örnek bulmak mümkün değil. Ancak Yahudiler bu iddialarını güçlendirmek için 1917 yılında İngiliz işgalinin henüz ilk aylarında arkeoloji çalışmalarına başlamışlardır. “Bu topraklarda 2000 yıl önce bir devletimiz vardı, bu yüzden bu topraklar aslında bizim” iddiasını bugün dahi temellendirmek için çalışmalarına devam ediyorlar. Bilimsel olduğu iddia edilen bu çalışmaların “sahiplik” iddiasını temellendirmesinin mantıksız olmasını bir tarafa bıraksak dahi, iddiaların doğruluğuna dair birçok şüphe bulunuyor. Gerçekten binlerce yıl önce devlet kurmuşlar mı, ve gerçekten o iki tapınak yahudiler için mi kuruldu? Bu gerçeklere, sadece onların kaynakları üzerinden değineceğiz.
(Bir sonraki paragrafta yer alacak cümleler sizleri rahatsız edebilir. İslamiyet sınırları içerisinde bir peygamberden bahsederken (as) ifadesini kullanacağım, Hristiyan ve Yahudi kaynaklarında aynı isimlere atıf verilirken İslamiyet’teki anlamlarından farklılığı göstermek amacıyla “as” ifadesini bilinçli olarak kullanmayacağım.)
Kur’an-ı Kerim’de Süleyman (as) Allah’ın elçisi ve peygamberi olduğu vurgulanarak Mescid-i Aksa’nın inşası anlatılır. Siyonist iddialarda da mabed ilk defa Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Ancak en büyük fark Süleyman’a bakış açılarıdır. Yahudilere göre Süleyman’ı biraz açalım :
Yahudilere göre, Davud bir peygamber değildir, Arp çalıp hastalara şifa veren biridir. Kral Talut’un yanında Calut ile savaşmış, sonrasında Kral Talut’a ihanet edip kaçmış ve Yahudi Devletinin düşmanlarına katılmıştır. Talut’un ölümü üzerine gelip Kudüs yönetimini ele geçirmiştir. Bir gece sarayının çatısında şehri gözlerken, evinde yıkanan bir kadın görür ve yanındakilere kadının kim olduğunu sorar. Kadın paralı olarak çarpışan Hititli bir komutanın eşidir. O gece, kadını sarayına getirtir ve birlikte olur. Daha sonra kadının kocasını; bulunduğu cephede en öne sürülmesini sağlayarak öldürülmesini temin eder. İşte bu kadın ile yaşadığı birliktelikten doğan çocuğu Süleyman; ikinci mabedi kurar. Yahudilere göre Davud cinsel sapık ve Süleyman ise zina çocuğudur.
Bu bağlamda, Süleyman kimin için kıymetlidir. Yahudiler için çapkın, dinsiz bir kral çocuğu; müslümanlar için saygı duyulan bir peygamber oğlu peygamber. Süleyman (as) mirası, elbette onu seven ve saygı duyan müslümanlara aittir.
Gelelim Yahudiler’in önünde ağlayıp durdukları duvarın hikayesine… Duvarda sallanarak dua eden, bazen de çılgın gibi hareketlerle şarkı söyleyen yahudilerin ibadetlerinin ana teması Mabedin tekrar inşa edilmesi için ilahlarına yalvarmalarıdır.
Bu duvarı günümüzde Ağlama Duvarı olarak biliyoruz. Yahudiler ise bu duvara Batı Duvarı diyorlar. Bu duvar “arkeoloji hesaplarına göre” Kral Herod zamanında yapılmış. Kral Herod mabedi ikinci kere inşaa ettiği inanılan kraldır. Yahudilerin günümüzde özellikle bu ikinci mabedi ön plana çıkarmaları, onun kalıntılarına sahip çıkmaları gerçekten dikkat çekicidir. Kral Herod’u yine Yahudi kaynaklarına ve Yahudi bilim insanlarına göre inceleyelim, bakalım gerçekten Yahudi mi, bakalım gerçekten Yahudiler için bir mabed inşaa etmiş mi…
Herod’un babasının Edomlu olduğu biliniyor. Peki Edom nerededir? Edom arkeolojik dönemlerde Filistin’in en alt kısmına verilen isimdir. Yahudilerin azınlıkta oldukları halde yönetim haklarına sahip oldukları bir bölgedir. Ama esas şaşırtıcı olan, Kral Herod’un annesinin Arap olmasıdır. Bir çoğunuz bilirsiniz ki yahudilerin dini kurallarına göre, ancak yahudi bir annenin çocuğu yahudi olarak tanımlanabilir. Şayet anne yahudi değil ama baba yahudi ise, çocuk yahudi değildir. Annesi yahudi olmayan bir kişinin yahudi olabilmesi için tek yol, birtakım dinsel işlemlerin yerine getirilmesidir. Bu kişi kadınsa “mikve” olarak anılan arınma havuzuna girmeli, sünnetsiz bir erkek ise hem havuza girmeli hem sünnet olmalıdır. Ancak bazı Yahudi mezhepler bunu da geçerli saymaz; bir “takiyye” olarak nitelendirir çünkü onlara göre yahudi olabilmek ancak yahudi doğmakla olanaklıdır. Bu durumda Kral Herod acaba o dönem bir Yahudi olarak kabul ediliyor muydu? Yoksa ölümünden yüzlerce yol geçtikten sonra Siyonistlerce mi Yahudi Kral ilan edildi.
Herod, Roma İmparatorluğuna onlarca kez bağlılığını ispatlamış gerçek bir Romalı komutandır. Filistin bölgesinin kralı ilan edildiği Roma Senato binasından, o zamanların en güçlü iki adamı Doğu Roma yöneticisi Marcus Antonius ve gelecekte Roma İmparatoru olacak olan Augustus ile kol kola dışarı çıkar. Kral ilan edilmesi ile beraber ilk iş Roma’da Capitolino Tepesinde Jüpiter Tapınağına giderek pagan Roma tanrılarına kurban sunmak olur. Yani bu adamın o dönemde bir yahudi olarak görülmediği açıkça anlaşılmaktadır.
Capitolino Tepesi
Kral Herod, Filistin topraklarına kral olduktan sonra Roma’dan elde ettiği büyük ödeneklerle imar faaliyetlerine girişir. Kurduğu liman şehri CAESAREA gerçekten ihtişamlıdır. Şehrin Türkçe okunuşu Kayserya, anladığınız üzere tam bir Roma şehridir. Bu şehirde ilginç bir durum göze çarpar, şehirde kocaman bir Sinagog YOKTUR, hatta küçük bir sinagog dahi yoktur. Onun yerine şehrin en önemli yeri Liman ağzında kocaman Augustus ve Roma Tapınağı yaptırmıştır.
İşte Yahudi kaynaklarında Herod’un kurduğu şehrin çizimi…
Caesarea – Yahudi olmayan Romalı bir Kral olan Herod’un Pagan Şehri
Günümüzde Siyonistlere en çok desteği veren Hristiyanlar açısından da bilinmesi önemli bir tanım ile devam edelim. İncil’e göre (Matta İncili bölüm 2’de, Yeramya 31:15’ten nakille anlatılan Masumların Katli hikâyesi) Kral Herod, bir Mesih’in (İsa’nın) geleceğini öğrenince doğum yeri olacağı tahmin edilen Beytüllahim’de bütün erkek çocukları öldürtmüştür. Yani günümüzde o duvarı yaptıran adam, Hristiyan inancına göre İsa’nın öldürülmesi için masumları katletmiş bir kraldır. Tabii bunu günümüz Hristiyanlarına unutturulduğu aşikar…
Kral Herod’un ölümü de, Yahudileri ne kadar sevdiğini bizlere gösterir. Vasiyetinde, kendisi öldükten sonra Yahudilerin önde gelenlerinin Eriha’da bir hipodroma toplanmasını ve ölümünün ilan edilmesinin ardından hepsinin katledilmesini emretmiştir. Evet evet; Yahudi kaynaklara göre Kral Herod’un vasiyetine göre Yahudiler, kendi ölümünden sonra katledilmelidirler. Gerçi ölünce hükmü geçmez, Yahudiler elinden kurtulur.
Kral Herod, bir dağa döşenmiş Herodium ismi verilen kendi yaptırdığı mabed-şehre gömülmüştür. Kral Herod’un mezarı 2007 yılında Batı Şeria’da bulunmuştur. Bu mezarın bulunması ile işgalci (yerleşimci) Yahudiler Batı Şeria’nın tamamında hak iddia etmeye başlamışlardır.
Kral mezarında yapılan incelemelere göre; Herod’un ölümünden 70 yıl sonra Romalılara ayaklanan Yahudiler, Herodium’u işgal ederek kaleye çevirirler. Ve iki önemli değişiklik yaparlar; önce Kral Herod’un mezarını büyük bir öfke ile yıktılar. (Kral Lahitinde bulunan parçalar insan müdahelesi ile yıkıldığını ispatlamaktadır.) İkinci değişiklik ise Herodium’da bulunan büyük yemek salonunu Sinagoga dönüştürdüler. Zira Herodium’da da sinagog yoktu. Nasıl bir yahudi, mezar olarak tasarladığı komplekste sinagog yapmaz…
Tüm bunların ötesinde Yahudilerin çok imrendikleri ikinci mabetleri; Roma İmparatoru Titus tarafından MS. 70 yılında, yani yapılmasından sonra 90 yıl içinde yıkılmıştır. Bu mabed eğer Siyonistlerin savunduğu gibi Filistin topraklarının Yahudilere ait olduğunu gösteriyorsa, Mabedin kurulduğu günden bugüne kadar geçen 2000 yılın 1900 yılında o topraklara sahip olan Filistinliler bu topraklar üzerinde daha çok hak sahibi değiller mi?
Makalemde paylaştığım bilgilerin yarısı verildiğinde, sanki Yahudilerin kadim bir ırk olarak Kudüs’te yaşadıkları düşüncesi oluşabilir. Halbuki, Kudüs’te bir süre bulunmayı başarmış birkaç kabileden birisi olarak Yahudiler, binlerce yıllık Kudüs tarihinde önemsiz sayılabilecek bir süre (200 yıl) o topraklara hükmetmişlerdir.
“1200 küsur yıldır Arap çoğunluğun yaşadığı topraklar, üçüncü bir tarafça (İngiltere), 1900 yıl evvel sürülen ve çoğunluğu Doğu Avrupa’da yaşayan Yahudilere anavatan olarak vaat edildi.”
Daha önceleri ‘dokunmadığım’ için bu kadar gerçekçi hissetmemiştim. Geçtiğimiz günlerde Cambridge Üniversitesine gittim. Kanlı-canlı hareketli görünce, çok daha iyi anladım farkımızı; bizde neyin eksik olduğunu. Keşke orada okuyan bir Türk ile oturup konuşma fırsatı da bulabilseydim.
Her hafta pazar sabahı Ankara’da Zümrüt Camii’nde Diyanet İşleri’nin bir önceki başkanı Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ hocanın sohbeti oluyor. İmkan buldukça kaçırmıyorum. Aslında pazar günü evdeysem sabahın o saatinde imkanlarımı etkileyen bir bahane de kolay kolay bulamayacağıma göre, gitmemeye utanıyorum. Gerçek bir alim ki, günümüzde sayıları çok azaldı. Her cümlesi ilim dolu, gençliğimde çok heyecanlı bir film seyrederken hissettiğim duyguları yeniden yaşatıyor bana, birazdan ne diyeceğini merak ede ede, hiç bitmesin diye hayal ederek dinliyorum her hafta sohbeti. Ertesi hafta olunca, şeytan yine paçamdan çekiyor. Ama böyle bir alim yakınımda ilim paylaşırken evde kalmaya utandığımdan şeytanla ve nefsimle boğuşa boğuşa çıkıyorum her hafta evden.
Bu hafta ise hocamız Lübnan’da bir konferansta olduğu için yerine caminin imam hatibi, ki o da çok kıymetli ve muhabbet ehli bir hoca efendi, vaaz verdi. Kıymetli bir çok konudan bahsetmiş olsa da, ben kafamdaki çok önemli bir soruya harika bir yanıt aldım.
Cambridge ile konuyu nasıl bağlamış olabilirim? Cambridge’da bulunduğum çok kısa süre zarfında, insanların gerçekten öğrenme odaklı olduğunu farkettim. İçine girdiğim binalarda akşam saatlerinde 5-6 kişilik gruplar ders yapmanın ötesinde, keyifli bir şekilde odaklandıkları bir konuyu tartışıyorlardı. Kütüphanelerde öğrencilerin bir kısmı tek bir kitaba bakıyor olsa da, bazıları da birden çok kitaptan araştırma yapıyordu. İnsanlar arı gibiydi, şehrin her tarafında bir yerlere ilerleyen insanlar ve yüzlerce toplantı odasında yapılan tartışmalar… Şehir tam anlamıyla bir “paylaşım ortamı” olduğunu ispatlıyordu.
Kendimi ve ülkemi düşünmeden edemedim. Ben de kendi çapımda başarılı bir eğitim geçmişine sahibim. Ancak Cambridge Üniversitesi başarısına ve geçmiş öğrencilerine baktığımda dondum kaldım. Bir çok dünya lideri bu üniversiteden mezun olmuş. İlk akla gelen “İngilizler işte, üçüncü dünya ülkelerine kendi adamlarını yerleştirmişler” gibi basma kalıp bir komplo teorisini savunmak işin kolay yanı. Gerçekten bu kadar basit mi, yoksa bu durumun daha makul bir açıklaması var mı?
Basit bir örnek ile aklımdakini daha iyi açayım. Lawrence Cambridge Üniversitesi mezunu. Cambridge Üniversitesinde 1800’lü yıllardan itibaren yapılmış çok sayıda çalışmada, Selefi zihniyeti, ana damarları, selefilerin psikolojik halleri detaylıca araştırılmış. Kişisel kapasitesini bilmiyor olsam da, kökünden iyi beslendiğine emin olduğum Lawrence; yine eminim ki, İngiliz Hükümeti tarafından verilen “Arapları Osmanlı’ya karşı ayaklandır” görevi için, öncelikle Cambridge’deki konuya vakıf hocalarla o güzelim restaurantlarda bir akşam yemeği yemişlerdir. Adam eğitimli, akademi sosyal ve siyasi yapıya uzun süredir vakıf durumda. Sonuç ortada…
Dünyanın en iyi 100 üniversitesine dair çalışılmış çok sayıda farklı liste var. Bu listelerde sıralamalar değişiyor olsa da, bizim açımızdan değişmeyen çok can yakıcı bir durum var, en iyi üniversitemiz Boğaziçi bu listelerde 500. sıralarda ancak kendine yer bulabiliyor. Cambridge Üniversitesi ise kimi listede 2. sırada, kimi listelerde 5-6 sıralarda yer alıyor.
Bu pazar sabahı Zümrüt Camii’nde vaaz veren hoca efendi, Diyanet’in Hadislerle İslam eserinden Mü’min’in vasıflarını anlatırken “Mü’min bir ağaca benzer” mealindeki Hadis-i Şerif’e değindi. Ve harika bir örnek verdi. Zümrüt Camii’nin hemen bahçesinde iki ağaç var. Birisi almış başını gitmiş, yükselmiş ve genişlemiş. Harika gölge veren heybetli bir ağaç olmuş. Bu ağaçla aynı gün dikilmiş ve ilk başta boyları da aynı olan diğer ağaç ise pek bir zayıf duruyor. İkisininde genleri, ataları biyolojik güçleri tamamen aynı ağaçlar. Ancak birinin kökünün altında drenaj borusu geçiyormuş. Kökünden suyu iyi aldığı için bu ağaç büyümüş serpilmiş.
Bizim Anadolu insanı uzunca bir süredir maalesef kökünden beslenemiyor. Kökümüzden almamız gereken ilmi desteği alamıyoruz. Her ne kadar biyolojik potansiyelimiz ile gurur duysak da, gölge veremiyoruz, dallarımız kısa, ulaşmamız gereken yerlere ulaşamıyoruz. Halbuki Cambridge Üniversitesi elindeki fidanları köklerinden besliyor. Elbette bu hal, akım ve yönlendirme olarak ahiretlerini kurtarmıyor ancak dünyalarını kurtarmaya yönelik başarılı oldukları ortada. Bizim gençlerimiz de çok kıymetli ve dahası geçmiş ilim-bilim hayatımız Cambridge tarihinden daha az şanlı değil. Belli bir dönem onların çok önünde gittiğimiz de bir gerçek. Ancak adamların sistemi 1200 yılından bu yana “kesilmeksizin” devam ediyor ve günümüzde biz onların kurduğu düzeni taklit ediyoruz.
Konu ile ilgili somut tespitlerimi dikkatinize sunuyorum :
Modern Akademik yapılanma konusunda milletimizin geçmişi 70-80 yılı geçmiyor. Cambridge Üniversitesi 1200 yılında kurulmuş. En turistik yeri olarak gezdiğim King’s College 1441 yılında VI. Henry tarafından kurulmuş. Ve bugün hala ilk günki kurulma amacına uygun olarak hizmet vermeye devam ediyor.
Oyunu onların kurallarına göre oynamaya çalışıyoruz. Ve açıkçası bu oyuna henüz çok yeniyiz. Oyunun kurallarını Angola-Saksonlar kurduğu için, aslında Fransız ve Almanların da oyunda çok iyi oldukları söylenemez. İlk 100 üniversite listelerinde Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık dışında 3-5 üniversite ancak yer alıyor.
Devletimiz bu çağı yakalamak için sürekli yurt dışına öğrenci gönderiyor. Açıkçası kaymakamların, hakimlerin kısa süreli yurt dışında eğitim almalarını destekliyorum. Zira onlara vizyon katıyor. Ancak akademik amaçlı Doktora’ya öğrenci gönderilmesini genel olarak çok mantıksız olduğunu düşünüyorum.
Cambridge öğrencilerinin dertlerinin kendilerini geliştirmek olduğunu hemen hızlıca anlayabiliyorsunuz. Halbuki bizim üniversite öğrencilerimizin büyük büyük çoğunluğu diploma almanın peşinde. Bir tarafta kendine yatırım yapmaya çalışan öğrenci, diğer tarafta alacağı kağıda güvenen öğrenci. Kağıda güvenen öğrenci ancak kağıdın geçerli olduğu platformlarda kendini gösterebiliyor. Maalesef bu yüzden KPSS çok revaçta, dünyaya geniş açıyla bakan vizyonda öğrenci yetiştiremediğimiz gibi, “geniş vizyonlu olmaya” talip olan talebemiz de yok gibi…
Şimdi kendimce önemli üç noktaya değinerek yazımı sonlandırmak istiyorum.
Öğrencilerimize diplomaya odaklamadan kendilerini geliştirme imkanı sağlamalıyız. Üniversite öğrencilerimiz sadece sınavlarına çalışmasınlar, kendilerini geliştirmeye odaklansınlar, sınavlar ise bir taraftan yapılıversin. Somut olarak, örneğin bir Kamu Yönetimi Anabilim Dalında bir akademisyen, “akşam Hz. Ömer’in yönetim anlayışını tartışalım mı, çaylar benden” dediği zaman “hocam sınavda çıkacak mı” sorusu akıllara gelmesin.
YÖK ve Milli Eğitim çok sayıda öğrenciyi üniversite sonrası Doktora için yurt dışı üniversitelere gönderiyor. Halbuki doktora eğitim değildir, araştırmadır. Bizim öğrencilerimiz eğitim almak için lisans seviyesinde yurt dışına gitmeli, araştırma çalışmalarını ülkemizde yapmalılar. Mevcut düzende, yurt dışındaki bir araştırma ekibine “parasını cebimizden” vererek “eleman sağlamış” oluyoruz. Adamlara beleş eleman veriyoruz, güzelce kendi araştırmalarında çalıştırıyorlar. Sonuçta verdikleri doktora diploması ile mutlu oluyoruz. Tam Orta-Doğu kafası, senin adamın kendini geliştirdi mi, HAYIR! Ama olsun artık Yale Üniversitesinden doktorası var. Diploma denen kağıt parçasını ne de çok önemsiyoruz…
En çılgın önerim ise, oyunu Angola-Saksonların dışına çıkaralım. Neden onların koyduğu düzeni kabulleniyoruz. Evet uluslararası düzen Angola-Sakson akademik modelini kabul etmiş durumda. Ancak görmüyor muyuz, bu oyunda Alman Üniversiteleri ya da Fransız Üniversiteleri dahi listelerde yükselemiyorlar. İtalya ve İspanya hiç görünmüyor. Rusların ise esamesi okunmuyor. Alternatif var mı? Elbette, bizim tarihimizde “Buhara” çok daha eski ve güçlü akademik ortamlara sahipti. O günlerden bize kalmış eserlerde “vakti iyi kullanmak adına daha hızlı olduğu için yıllarca sadece çorba ile beslenen hocalardan” bahsediliyor. Dönüp bakalım, Türk-İslam Bilim Tarihinde çok güçlü ve bize daha uygun yöntemler olduğuna eminim. Böylece oyunu onların kuralları ile oynamayı bırakıp, doğrudan kendimiz için baştan kuralım.
Bütün bunlara kafa yoruyorum. Zira henüz yolun başında 3 küçük oğlum var. Onların ÖSS ve KPSS sarmalına düşmelerin hiç istemiyorum. Güdük kalmış onlarca Prof. olduğu kısırlaşmış ülkemiz üniversitelerinde akademisyen olmalarını da istemiyorum. Yurt dışında milletinden gayrısına hizmet eden mühendis ya da akademisyen olmaları ise büyük bir utanç kaynağı. Ne istediğimi ise çok iyi biliyorum, Dünya’ya bir bütün halinde bakabilen, her hangi bir ülkede çekinmeden iş yapabilecek şekilde kendine güvenen, işinin ehli “arif” insanlar olmalarını istiyorum. Ancak bu noktaya giden yolu hala bulamadım. Bilen varsa yardımlarını rica ediyorum.
Bugün hepimiz biliyoruz ki, medya üzerinden pompalanan “düşman” tanımı ile halkın nefreti ‘istenildiği’ yöne kolaylıkla kaydırılabiliyor. Hükümetler toplumda yayılan “bilgiyi” yönlendirerek, aldıkları önlemleri halkları nezdinde haklı hale getirebiliyorlar.
“Saddamlaştırma” Politikası
Irak savaşında Saddam kışkırtılmış, halkına güçlü görünebilmek için büyük sözler etmesi sağlanmış, ve müttefik devletler “biyolojik ve nükleer silahlardan” arındırmak için bu tehlikeli ülkeye saldırmaya karar vermişlerdi. Hatırlarsanız, Saddam üzerinde basında uzunca süreler çokça durulmuş, halkların bu adamdan nefret etmesi sağlanmış ve devamında da böyle kötü bir adamın elinde nükleer silah olduğu iddialarının halk tarafından kabul edilmesi sağlanmıştı. Zira halkın desteği olmayan hareket planları demokratik hükümetleri zor durumda bırakabilirdi.
Buraya kadar hepsi bildiğimiz şeyler. Peki bu klasik algı yönetme araçları geçmişte ilk defa ne zaman kullanıldı. Bunlar sadece bu yüzyılın argümanları mı, yoksa aslında hep var mıydı?
Günümüz medyasına benziyor olması sebebiyle, 1900’lü yıllara gidelim. Amerika ve İspanya arasında savaş tam bir düzmece olay üzerine patlak vermişti. Bakın, tipik bir 11 Eylül olayı değil mi : Amerikan Donanma Gemisi İspanya yönetimindeki Küba’da Havana Limanı’nda büyük bir patlamayla batar. ABD basını olaya öfkeyle yaklaşır ve halk ölen denizcilerin intikamının alınmasını ister. Sonuçta başlayan savaşta İspanya Küba’daki bütün etkisini kaybeder. Yüzyıl sonra bugün, batık üzerinde yapılan çalışmalar, patlamaların içerden başladığını gösteriyor. (Bkz. http://www.steelnavy.org/history/archive/files/uss_maine_1975_report_bf5ff20f4a.pdf)
Peki ABD Vietnama nasıl girdi? Şaşırmayacağınız gibi yine bir yalan haberle saldırdılar. ABD muhripleri Kuzey Vietnam kıyılarının 100 mil açığında seyrediyordur. 4 Ağustos 1964 günü ABD donanmasına bağlı USS Maddox, akşam saatlerinde belirlenemeyen birkaç gemiyi takip ettiğini raporluyor. Bir anda birden fazla geminin dört bir yandan yaklaşmakta olduğu kayıtlara alınıyor ve hemen ardından raporlara göre 3 saat boyunca sıcak çatışmalar başlıyor, torpido saldırıları ve makineli tüfek sesleri dahil kayıt altına alınıyor. Gelişme Washington’a ulaşıyor ve Kongre, neredeyse oy birliğiyle, Tonkin Körfezi Kararnamesi’ni onaylıyor. Kararnamede ABD Başkanı Johnson’a, “ABD kuvvetlerine karşı yöneltilebilecek herhangi bir silahlı saldırıyı püskürtmek için gerekli her türlü araca başvurma” yetkisi veriliyor. Yıllar sonra 2003 yılında dönemin ABD Savunma Bakanı McNamara, “Bir kafa karışıklığı söz konusuydu ve sonrasında gerçekleşenler gösterdi ki o gün (4 Ağustos) saldırıya uğradığımıza dair yargımız hatalıydı. Bu gerçekleşmemişti.” diyor.
Bugün ABD basınında kim düşmanlaştırılıyor takip etmeliyiz. Kimileri hedef olmanın henüz başında, yeni yeni düşmanlaştırılırken, kimileri artık kitlelerin nefretini kazanmış durumda. Bu gündemi okuyarak ABD’nin nereye doğru yol aldığını anlamak mümkün.
Burada dikkat çekmek istediğim önemli bir konu ise Recep Tayyip Erdoğan ismi üzerinde kimi zaman dozu yükselen, kimi zaman azalan yoğunlukta “Saddamlaştırma” çalışmalarının yapılıyor olduğudur. Korumaların PKK’lıları dağıtmasını barbarlık olarak haftalarca işleyen ABD basınında, bugünlerde FETÖ’lü papazın yargılanması konuşuluyor. Ve açıkçası ABD’nin isteyeceği son şey “Saddamlaştırmaya” çalıştığı bir isimin seçimlerden başarıyla çıkması olacaktır. Böyle bir başarı durumunda, planlar revize edilecek, Saddamlaştırma politikası yumuşatılacak, daha uygun bir zaman ertelenecektir. Ama unutmamalıyız ki, ABD elinde güç bulduğu sürece ertelense dahi bu iştahından vazgeçmeyecektir.
Amatör telsizcilik üzerine bir çok yerde parça parça harika bilgiler var. Ancak yeni başlayanlar için ilk başta öğrenilmesi gerken konuları burada bir araya getirdim. Şu başlıkları inceleyeceğiz :
Role, Cross ve Diğer Önemli Kavramlar
Telsiz Ayarları
Çıkış Yapma Pratiği ve Bazı Q kodları
Satın Alma Rehberi
1. Role, Cross ve Diğer Önemli Kavramlar
El telsizi ile konuşmak istediğiniz frekansı cihaza girerek aynı frekanstaki diğer insanlarla görüşmeye başlayabilirsiniz. Ancak daha uzaklarla görüşmek ve görüşme kalitesini artırmak için bilmeniz gerekenler var.
Çıkış Gücü : El telsiziniz ile konuşmaya başladığınız zaman anteninden bir yayın yapılır. Bu yayının gücü, sizin ne kadar uzağa gönderebildiğinizi belirleyen önemli bir etkendir. Yönetmelik ile el telsizleri maksimum 5 watt gücünde çıkış yapılmasına müsade edilmiştir.
Anten : Telsizin yayın yapabilmesi için bir anten ihtiyaç vardır. Antenler yayın yapılan frekans ile uyumlu olmak zorundadır. Bir antenin bulunduğu konum ve büyüklüğü daha uzağa yayın yapabilmenizi sağlar. Kazanç ise antene telsiz tarafından iletilen gücün hangi oranda havaya yansıtıldığını ifade etmektedir. Bu açıdan bakıldığında en iyi kazanca sahip, 4-5 metrelik ve yüksek bir yere konumlandırılmış bir anten harika işler çıkarabilir. Yeterli bir güç ile böyle bir antenden çıkış yapıldığı zaman UHF ve VHF’de coğrafi koşullara bağlı olarak 300-400 km mesafeye kadar iletişim kurulabilir.
Role : Bir frekanstan aldığı yayını bir başka frekansta tekrarlayan sistemlerdir. Sizin el telsizi ile çıkış yaptığınız yer ve güç bir başka noktada sesinizin duyulmasına yeterli olmayabilir. Ancak roleye ulaşmanız yeterli olacaktır. Böylece siz roleye ulaştıktan sonra yayınınız aynen daha güçlü, daha güzel ve yüksekte bir anten tarafından iletileceği için çok daha uzaklara erişme şansınız olacaktır. Role mantığının da kavranılması gereken önemli nokta, çıkış yaptığınız ve dinlediğiniz frekansların farklı olmasıdır. Role eğer sizinle aynı frekansta yayını tekrarlarsa, hemen ilk saniye sizden daha güçlü bir şekilde sizin yayınızı basacağı için sizin ilerleyen iletişimleriniz roleye ulaşmayacaktır. Aynı frekansta iki ayrı çıkış olacağı için bu iki çıkıştan güçlü olan diğerine baskın gelecek, ve sizin çıkışınız roleye kadar rolenin kendi yayını yüzünden ulaşmayacaktır. Bu durumu önlemek için örneğin Ankara rolesi 145.075 frekansından gelenleri 145.675 frekansından yayınlamaktadır. UHF üzerinden çalışan bir rolede ise örnek olarak Aydın’da 439,275 MHz. frekansında hizmet veren role -7.600 KHz shift ile erişilmektedir.
Offset ve Shift : Role üzerinden konuşma yaparken dinleme frekansına göre hangi yönde (shift) ne kadarlık bir fark (Shift) ile gönderim yapılacağını belirlemeye yarar. Örneğin Ankara Rolesi için frekans 144.675, shift – ve offset 600 olarak belirlenmiştir. Bu ayarlara göre yapılandırılmış bir telsizde çıkış yapılırken telsiz otomatik olarak 144.675 frekansından -600 Hz ile 145.075 üzerinden çıkış yapacak, sesiniz 144.075 ile roleye ulaşacak ve role bu gelen sinyali 144.675 üzerinden yayınlayacak ve diğerleri sizi 144.675 üzerinden duymuş olacaktır.
Squelch ve Tone : Telsizini ayarladığınız frekansta ara ara anlamsız sesler duyabilirsiniz. Özellikle şehir ortamında led aydınlatmalardan tutun da, jeneratör motoru gibi güçlü motorların oluşturduğu “gürültü” sebebiyle bu sesleri duyarsınız. Bu seslerden kurtulmanın birinci yolu düşük güçteki bu gürültüleri elemektir. Hangi seviyenin altını eleyeceğinizi telsizlerinizdeki Squelch -SQL (Türkçe :susturma) ayarı ile yapabilirsiniz. Ancak tek başına SQL kullanımı, uzaklardan gelen sinyallerin de gürültü olarak algılanmasına sebep olabilir. Bundan kurtulmak için, yayın yapan ve dinleyen telsizlerin ortak bir değer ile gönderim yaparken yayının içine kulağın duyamacağı bir değerde tone eklemeleri ile çözüm bulunabilir. Diğer bir ifade ile bir telsiz belirlenen bir frekansta yayın yaparken yine önceden belirli bir tonda yayın içine kulağın duymayacağı basit bir sinyal ekler, yayını alan telsizde sadece bu tone bulunan yayınları geçirerek telsizin hoparlörüne verir. Böylece gürültü ile ilgili sorunlar tamamen çözülmüş olur. Ankara Rolesin tone 88.5 olarak ayarlanmıştır. Detaylı bilgi için : http://www.tamad.org.tr/squelch-ve-tx-rx-ton-uygulamalari/
Cross : Roleye çok benzer bir mantığı olsa da, asıl görevi VHF-UHF arası dönüşümdür. Ayarlanan iki frekanstan herhangi birinden gelen sinyali diğerinden yayınlar. Pratikte role daha büyük bir kurulum ve alt yapıyı ifade ederken, CROSS bir araç telsizi ile anlık iletişim problemlerini çözmek için kullanılır.
Simplex : Role dışında arada bir aracı olmadan doğrudan yapılan görüşmelerdir.
PTT : PTT Push To Talk – Telsizlerdeki mandal olarak isimlendirilen, çıkış yapılmak için basmanız gereken düğmenin adıdır. Bazı belgelerde ingilizce olarak geçtiği için paylaşılmıştır.
EchoLink : Internet üzerinden sabit bir frekansı dinlemeye yönelik kurulmuş bir alt yapı ve mobil uygulamanın adıdır. Echolink yayını yapan bir kişi, internete bağlı bir bilgisayar üzerinden kurduğu yazılımla internetten gelen sesleri bir telsiz aracılığı ile havaya aktarır, havadan gelen sinyalleri de internete aktarır. Böylece kişiler örneğin Ankara’da olmasalar bile internet üzerinden Ankara rolesi üzerinden Ankara Rolesine telsiz ile ulaşabilen kişilere ulaşabilir, görüşme yapabilir. Pratikte telsiz ayarlarınızın test edilmesi için de kullanılabilir. Örneğin Ankara Rolesine EchoLink üzerinden cep telefonu ile bağlandıktan sonra telsiziniz ile role üzerinden çıkış yaptığınızda sinyalin Role’ye ne kadar kaliteli ulaştığını EchoLink üzerinden dinleyebilirsiniz.
2. Telsiz Ayarları
Bu başlık altındaki anlatımlar Baofeng telsizleri esas alınarak hazırlanmıştır. Ancak farklı marka telsizlerde de teknikler aynı kalıp sadece menü erişimleri değişmektedir.
VOX : Voice Operated Transmission – Telsiz çıkış butonuna basmadan, ses olduğu anda yayına geçmesini sağlar. Piyasada bulunan bebek telsizleri bu mantıkla çalışmaktadır.
W/N : Wide/Narrow. Kullanılan frekansta yayın genişliğini ifade eder. Çıkış sinyali ayarlanan frekansın biraz altı ve biraz üstünde bir bant üzerinde gönderilir. Bant genişliğinin artırılması, komşu frekanslara taşma ile sonuçlanabilir.
SQL : Squelch seviyesini ayarlanır. Toplam 10 seviye bulunur, tavsiye edilen değer 5’tir.
STEP : Frekans atlama aralığıdır. 2.5, 5, 6.25, 10, 12.5, 20 ve 25kHZ gibi değerlere ayarlanabilir. Bu ayara göre frekansınızı tuşlardan yazdığınız zaman otomatik olarak ayarlayacaktır. Örneğin 446.09375 frekansını ayarlamak için STEP 6.25 KHz olarak girilmelidir.
TXP : Çıkış gücünü ayarlarsınız. Çoğu telsizde doğrudan watt değeri girmek yerine yüksek çıkış için High, düşük çıkış için Low terimleri kullanılır.
OFFSET : Frequency shift, Role ayarları için çıkış yaparken ne kadar aşağı ya da yukarı frekans kayması olacağını belirlersiniz.
SFT-D : Direction of frequency shift – Role üzerinden görüşme yapılırken OFFSET kadar bir kaymanın hangi yönde olacağını belirlersiniz. + ya da – olarak girilebilir.
ABR : LCD ekranın parlaklığını ayarlar.
TDR : Dual watch/dual reception – Her iki kanaldan da aktif dinleme ve gönderme yapılmasına ilişkin bir ayardır.
TOT : Timeout Timer – Mandala basıldığı zaman en fazla ne kadar süre çıkış yapılacağını belirlemenizi sağlar. Böylece uzun gönderim yaparak hem çıkış aygıtlarını fazla yormanıza engel olabilir, hem de hatayla mandala basıldığı durumlarda uzun süre çıkış yaparak pilin tükenmesinin önüne geçmiş olursunuz.
DTMFS : Dual Tone Multi-Frequency – Çift-Ton Çoklu Frekans – Telefon tuşlarına basıldığında duyulan sese benzer şekilde, bir elektronik cihaza uzaktan erişmek ve kontrol etmek amacıyla kullanılan kodlama sistemidir. Böylece sinyal gönderirken, bir elektronik cihazın algılayacağı şekilde sabit tonlar sinyale yüklenir ve karşıdaki alıcı kendine gelen veriye göre görevini icra eder. Örneğin ANTRAK röleleri bu şekilde configure edilebilir.
DTMFST : The DTMF tone of transmitting code – DTMFS işlevlerinin hoparlör üzerinden duyulmasını ayarlayan menüdür.
CT – CTCSS / DCS : Continuous Tone Coded Squelch System -Devamlı Ton Kodlu Susturma Sistemi – Ortak olarak belirlenen bir ton değerinin gönderilen sinyale eklenmesi ve karşı taraftakilerin sadece bu tone değerine sahip sinyalleri telsiz hoparlörüne iletmesini ifade eden sistemdir. DCS – Digital Code Squelch ise aynı işlevin veri aktarımı için kullanımıdır.. Detaylı bilgi için : http://ta2ooo.blogspot.com.tr/2012/08/nedir-bu-ctcss-kodlama-dedikleri.html
R-DCS : Reception Digital coded Squelch – Alım sırasında kullanılacak DCS tone değerini ayarlamanızı sağlar.
R-CTS : Reception Continuous Tone Coded Squelch – Alım sırasında kullanılacak CTCSS tone değerini ayarlamanızı sağlar.
T-DCS : Reception Digital coded Squelch – Gönderim sırasında kullanılacak DCS tone değerini ayarlamanızı sağlar.
T-CTS : Reception Continuous Tone Coded Squelch – Gönderim sırasında kullanılacak CTCSS tone değerini ayarlamanızı sağlar.
SC-REV : Scan resume method – Tüm frekansları tarayarak sinyal bulduğu anda duran sistemdir. Böylece hangi frekansta konuşma olduğunu tespit edebilir, görüşmeye başlayabilirsiniz.
3. Çıkış Yapma Pratiği ve Bazı Q kodları
Özellikle role üzerinde çıkış yapılırken, bizi onlarca farklı insanın dinleyebileceği, frekansın ortak bir kullanım alanı olduğu ve yasal mevzuata uygun çıkış yapmamız gerektiğini unutmamalıyız. Aslında bu kurallara uymak çok da zor değil. Konuşurken uzun süre anlatım yerine kısa kısa ifadeler kullanılmalı. Ve kesinlikle konuşma başlangıcı ve sonunda çağrı kodları ifade edilmelidir. Mikrofon veya el telsizini ağza beş santim uzakta tutarak ve bağırmadan konuşulmalıdır. Aksi halde gönderinizin anlaşılırlığı bozulur.
Basit bir görüşme (QSO) şu şekilde olabilir :
Kişi A : TA2IZE TA2IZE, çağrı yapan istasyon TA2MLT
Kişi B : TA2IZE dinliyorum.
Kişi A : Zafer bey nasılsınız?
Kişi B : …..
Kişi A : Konuşan istasyon TA2MLT, karşı istasyon TA2IZE, 73
Kişi B : 73
Konuşmalarda ara ara Q kodları kullanılır. Bunun temel amacı, telsiz ile iletişim süresini olabildiğince kısmak ve kalitesiz yayınlarda da anlaşılabilirliği sağlamaktır. Unutmayalım ki, yayın yaptığımız zaman bir çok başka telsizinde pil ömrünü etkilemekteyiz, ve acil durumlarda pil ömrü çok kritik olabilir. Dolayısıyla özellikle acil durumlarda frekansı çok dikkatli kullanmalı, olabildiğince net ve kısa ifadelerle iletişimi sağlamalıyız. Konuşam sırasında bazı önemli ve sık kullanılan Q kodları şu şekildedir :
QCX
Tam çağrı işaretiniz nedir ?
Tam çağrı işaretim ….. dir.
QMH
….. frekansına geçin, 5 dakika içinde iletişim sağlanamazsa yine şimdiki frekansa dönünüz.
Olumlu
QRL
Frekans dolu mu?
Frekans dolu, lütfen interfere etmeyin.
QRT
Göndermeyi durdurayım mı?
Göndermeyi lütfen durdurun.
QRU
Söyleyeceğin bir şey var mı?
Söyleyecek bir şey kalmadı.
QRV
Hazır mısınız ?
Hazırım.
QRZ
Beni kim çağırıyor ?
Sizi ….. (ad ya da çağrı işareti) çağırıyor.
QRX
Beni yeniden ne zaman çağıracaksınız ?
….. (saat) de ….. KHz (MHz)den yeniden çağrı yapacağım.
QSA
Sinyallerimin gücü nasıldır ? ( Amatör telsizcilikte ve Halk Bandında 10 üzerinden değerlendirilir.)
1-2 Güçlükle duyulabiliyor
3-4 Güçsüz, zayıf
5-6 Orta, iyice
7-8 Güçlü, iyi
9-10 Çok güçlü, çok iyi
QSK
İletişiminiz arasında beni duyabiliyor muzunuz ? Göndermeniz sırasında sizi kesebilir miyim. (Araya girmek.)
İletişimimiz arasında sizi duyabiliyorum Göndermemizin arasına girebilirsiniz.
QSL
Mesajım alındı ve anlaşıldı mı? Onaylıyor musunuz?
Alındığını onaylıyorum.
QSY
Sizi ____ frekansına bekliyorum.
Belirttiğiniz frekansa geçiyorum.
QTH
Konumunuz nedir?
Konumun ____
QTX
Benimle daha sonra iletişim yapmak için ben yeniden söyleyinceye (ya da ….. saate) kadar istasyonunuzu açık tutar mısınız ?
Sizinle daha sonra iletişim yapmak için siz yeniden söyleyinceye (ya da …. saate) kadar istasyonumu açık bulunduracağım.
4. Satın Alma Rehberi
Piyasada genel olarak kullanılan telsiz markaları : Wouxun, Kenwood, Aselsan, Hyt, Kirisun, Icom, Hbs, TYT, Motorola, Baofeng
Yurt dışında telsiz alımlarında Gümrükte 22 Euro (2018 Şubat itibariyle uygulanan sınır değeri) üzerindeki paketlerin durdurulduğu ve vergi uygulaması yapıldığı unutulmamalıdır. Ayrıca satın alınan telsizin BTK tarafından onaylanmış listede olması gerekmektedir. Bu listeye şu adresten ulaşabilirsiniz : https://www.btk.gov.tr/tr-TR/Sinif2-Cihaz-Listesi
Cihaz kesinlikle BTK nın listesinde olmalı
El cihazlarında katolok değeri ve reel değeri (ÇIKIŞ Gücü) 5 W ın üzerinde olmamalı
Batarya gücü önemli, Özellikle 1500 maH ve üzeri olmasına dikkat edilmeli,
Cihaz seçiminde arkadaş çevremizin yoğun kullandığı cihazları tercih etmemiz durumunda özellikle ortak icra edilen faaliyetlerde batarya desteği alabiliriz/verebilir (yardımlaşma)
İmkanımız var ise evimize ve aracımıza ayrı ayrı olmak üzere mobil cihaz almalıyız, bu durumda mobil cihazlarda izin verilen çıkış gücü daha yüksek olduğundan el cihazı ile ulaşamadığımız ve duyamadığımız noktalara ulaşabiliriz, duyabiliriz.
Evlerimizde mutlaka çatı anteni kullanmaya dikkat etmeliyiz, bu durum bize daha uzak mesafelere ulaşma imkanı verecektir.
Cihaz seçiminde ÇİN malı cihazlar ucuz olmakla birlikte nispeten kaliteli olanları da mevcut (Örn: WOUXUN), japon malı yada batı menşeli cihazlar tercih edilebilir.
Amatör Telsizcilik alanında faaliyet göstermek için lisanslı bir amatör telsizci olmak yasal olarak en önemli adımdır. Lisans alabilmek için öncelikle Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü tarafından açılan sınava girmek ve başarılı olmak gerekir.
Sınava hazırlık ise tahmin ettiğinizden çok daha kolaydır. Sınavda sorulan sorular ilgili kurum tarafından yayınlanan bir soru bankasından hazırlanmaktadır. Dolayısıyla soru bankasındaki sorulara çalışarak ehliyet almak için yeterli puanı kazanabilirsiniz. Soru bankası kurumun web sayfasında yayınlanmıştır. Bu linkten indirebilirsiniz : http://www.kiyiemniyeti.gov.tr/userfiles/file/AmatorTelsiz/sorubankasi.rar
Soruların konulara göre gruplanmış ve çözülmüş halini de ben sizler için derledim. Böylece hem aynı konudan olan sorular alt alta getirilerek öğrenme süreci kolaylaştırılmış oldu, hem de cevapları ve açıklamaları ilgili sorunun hemen yanında olması sebebiyle çalışma imkanları geliştirilmiş oldu. Bu kaynakları da aşağıdaki linklerden indirebilirsiniz :
Sınav sonuçları genelde hemen ertesi gün yine web sitesi üzerinden paylaşılmaktadır. Yeterli puanı aldığınız durumlarda bir dilekçe ile başvurmanız gerekecektir. Başvuru sırasında gereken belgeler sınav sonucunu gördüğünüz ekranda gösteriliyor. Örnek bir dilekçeyi de buradan indirebilirsiniz : Amatör Başvuru Dilekçe
Murat orta okula yeni başlamıştı. Aslında okulun olduğu semt Ankara’nın zengin sayılabilecek ailerinin oturduğu bir semtti. Muratların evi ise Ankara’da bambaşka bir mahallede olmasına rağmen, anne ve babası okula yakın bir lokantada çalıştıkları için Murat’ı bu okula yazdırmışlardı.
Okuldaki çocukların neredeyse tamamı varlıklı ailelerin çocuklarıydı. Aslında çok şımarık oldukları söylenemezdi, sonuçta hala bir devlet okuluydu orası. Ama Mamak’taki bir devlet okulundan da farklıydı. Çocukların kıyafetleri, ayakkabıları hep Muratın alışageldiklerinden daha güzel görünüyordu. Murat’ın ailesi de bu durumun farkında oldukları için okul başlamadan önce Murat’ın kıyafetlerini ona göre almışlardı. Tek çocukları ve bütün kazandıkları Murat için değil miydi?
Murat zaman içerisinde diğer çocukların ailelerinin maddi durumlarının kendi ailesinden daha iyi olduğunu farketmişti. Hepsinin evlerinde ya playstation vardı, ya XBox. Okulda muhabbet hep Murat’ın daha önce adını bile duymadığı bilgisayar oyunları üzerine oluyordu. Murat hepsine kulak kabartıyor, kendi içinden bu duruma gıcık oluyor, hayıflanıyordu. Akşam evde babası ve annesine kızmaya karar verdi. Murat’a bir tane XBox alınması gerekiyordu. Nedense o gün annesi “oğlum senin neyin var?” demişti, sanki neyi vardı ki, hiç bir şeyi yoktu. XBox’ı olsa herşeyi olurdu. “Git başımdan, bana bir XBox bile almıyorsunuz” dedi ve sinirle dönüp televizyon izlemeye devam etti. Çizgi film daha bitmemişti ki, babası gelip bir şeyler anlatmaya çalıştı. XBox oyunmuş, çocukların beyinlerine zarar verirmiş, onlar Murat’ın iyiliği için almıyorlarmış.
Ertesi gün arkadaşı Efe’ye, “XBox kötü bir şey, çocukların beyinlerine de zarar veriyormuş” dedi, “Vallaha siz bilirsiniz, benim beynim önemli, sizin beyniniz zarar gördüğünde hiiiiç benim yanıma gelmeyin…”
Ama bu da kesmedi Murat’ı… Bir iki hafta sonra, Çınar ile Ezgi, Çınar’ın babasının aldığı yeni arabayı konuşuyorlardı. Yanlarındaki sıraya oturdu, biraz daha dinledi onları… “Deri döşemeleri çok güzel kokuyor, hem arabaya bindikten sonra koltuklar kendiliğinden ısınıyor, vallahi süper bir şey” dedi Çınar. Murat dayanamadı, “Babamla dün biz de araba bakmaya gittik, babam araba işini abartıyor, şehirde bir patronun Jeep ile ne işi olur. Ama kafaya takmış, artık bir Jeep alacakmış.” Çınar Murat’ın üste çıkmasına pek aldırış etmedi, babasının yeni deri koltuklu arabasını anlatmaya devam etti.
Ertesi gün, Ezgi Murat’ın yanına gelip, “Dün internette baktım, Jeep’ler çok büyük arabalarmış. Baban yeni arabasını aldı mı?” dedi. “Parasını vermiş, gelecek haftaya gelecekmiş” diyiverdi Murat.
Aradan bir iki hafta geçmişti, Murat artık XBox oyunlarını hiç görmemiş olsa da, sanki gözü kapalı oynayacakmış gibi biliyordu. Hatta Fifa’nın şifrelerini bile ezbere biliyordu. Yine böyle bir muhabbette, arkadaşı Cem, “Murat’ın babası yeni Jeep almış, Limited 4×4 hem de rengi dalgalı bejmiş. Far ışığı geldiğinde maviye dönüyormuş.” Murat dediklerinden hiç bir şey anlamamıştı, ne diyeceğini de bulamamıştı. “Aslında bu ikinci arabası, daha önce hiç Jeep binmemişti, spor arabaları seviyorum diyordu, ama son zamanlarda artık yaşlandım Jeep alacağım deyip hemen gitti aldı.”
Aynı gün öğle vakti Matematik dersinden sonra, bu seferde Cem geldi yanına, “Babanın spor arabası mı varmış! Hem de elektrikli Tesla’sı varmış.” Murat ne buna da ne diyeceğini bilemedi, “Elektrikli arabayı ilk çıktığında aldı, ama artık pek binmiyor” diyiverdi.
Akşam evde düşündü, artık okulda herkes onu konuşuyordu. “Vay be harika bir şey bu” dedi kendi kendine. Bütün çocukların Murat’a bakışı değişmişti.
Okulda artık Murat’da kendini, diğer çocuklara dahil olmuş gibi hissediyordu. Bir gün derste okul müdürü kapıyı çalıp içeri girdi. “Çocuklar okulun çatısı yağmurlarda su akıtıyor, kar yağmaya başladığı zaman durum daha da kötü olacak. Devlet bir miktar bütçe veriyor. Ama biz kalıcı ve kaliteli bir şeyler yapmak istiyoruz. Sizlere birer kağıt dağıtacağız. Bunları lütfen ailelerinize gösterin. Ailelerininizden az-çok destek rica ediyoruz. Ben gelecek hafta cuma gününe kadar sizlerden geri dönüşleri bekliyorum. Unutmazsınız değil mi!”
Günler hızlıca geçtiğinde, müdür beyin dediği o Cuma günü de gelivermişti. Herkes evinden getirdiği içinde para olan zarfı kutuya bıraktı. Bir tek Murat’ın eli boştu. Annesi babası evi ancak geçindirebiliyorlardı ve babasının cüzdanında sadece 20 TL çıkmıştı. Murat hiç oralı olmadan etrafına bakarken bir anda Çınar’ın sesini duydu. “Murat sen niye zarfını bırakmadın”. Tam müdür bey duruma müdahele edecekken, Ezgi’nin sesini duydu “Murat’ın babası çok zengin, o istese hepsini yaptırır.” Müdür bey “çocuklar isteyen ve imkanı olan destek verebilir, kimsenin verdiğine ya da vermediğine karışamayız” dese de, Murat’ın hiç altta kalmaya niyeti yoktu. Arkadaşlarına ne kadar zengin olduklarını göstermeliydi. “Öğretmenim babam yurt dışında olduğu için isteyemedim, ama whatsapp’dan konuştuk, dönünce 5bin lira gönderecekmiş”. Bir anda sınıfta herkes konuşmaya başladı, “Vay arkadaş ne babalar var.”, “oha paraya bak”, “yürü be”. Murat yine inanılmaz keyiflenmişti. İşte sonunda herkes Murat’ı konuşuyordu, herkes Murat’a imreniyordu.
Akşam evde yaşadıklarını düşünmeye başladı. Şimdi 5bin lirayı nereden bulacaktı? Hemen kafasında süper bir plan yaptı. Okuldaki çocuklar nasıl olsa zenginlerdi, okuldaki tüm çocukların harçlıklarından ufak ufak alsa, bu para rahat rahat toplanırdı. Ama bu işi nasıl yapacaktı. Kafasında bir kaç plan daha vardı ama acaba doğru olur muydu? Ya yakalanırsa! Amaaan, işini iyi yaparsa yakalanmazdı, ayrıca kimseyi rahatsız etmeyecek bir miktar alacaktı ve dahası onlar zaten zengindi, farketmezlerdi.
Hafta başı ilk gün Murat planını uygulamaya koydu. Kalbi deli gibi atıyordu. İnanılmaz heyecanlıydı. Herkesin derste olduğu bir anda, tuvalete gitmek için öğretmeninden izin istedi. Sınıftan çıkar çıkmaz hemen bir alt koridordaki 6-B sınıfına gitti. Onların şimdi beden eğitimi dersleri vardı. Kimse görmeden usulca içeri girdi, kalbi iki kat hızlı atmaya başladı. Sessizce bir kaç çantayı kurcaladı ve içlerinde bulduğu kadarıyla biraz para alıp hemen hızlıca sınıfına döndü. Hala çok heyecanlıydı, ama işte başarmıştı.
Aynı gün içerisinde bir kaç defa daha tekrarladı bu planını. İşler tıkırında gidiyordu. Artık ilk baştaki kadar da heyecanlanmıyordu. Ertesi gün sabahtan yine çok sık olmamak üzere planını yeniden uygulamadı. Ama bilmediği bir şey vardı. Gizlice girdiği sınıflardaki öğrencilerin bazıları çantalarındaki paranın eksildiğini farketmiş ve öğretmene söylemişti. Bu durumu duyan o sınıftaki diğer öğrencilerde çantalarını kontrol edince sınıfa birinin gizlice girdiği anlaşılmıştı. Durum okul müdürüne intikal ettirilmişti. Okul müdürü aynı şikayeti aynı gün içerisinde 2 farklı sınıftan daha alınca, durumu anlamıştı. Bu sınıfların ortak özelliği o gün içerisinde hepsinde beden eğitimi dersinin olmasıydı. Müdür bey de ertesi gün beden eğitimi dersi olan sınıfları tespit etti, bu sınıflarda da aynı şeylerin bir daha yaşanması ihtimalini düşündü.
Murat planını uygulamaya koyduğu 3. gün planına kaldığı yerden devam etti. Yine sınıftan çıktı, hesapladığı 4.C sınıfının kapısından içeri girmeden önce etrafını kontrol etti, hem etrafta hem de sınıfta kimsecikler yoktu. Yavaşça içeri girdi. Ancak bu sefer bilmediği bir şey vardı. Müdür bey uzaktan sınıfı gözetliyordu! Bir çocuğun sınıfa girdiğini farkedince, usülce o da sınıfın kapısına geldi, aralıktan içerde neler olduğunu gözetlemeye başladı. İçerdeki çocuk bir çantayı kurcalıyordu. Aslında herşey ortadaydı, ama yine de inanmak istemediği için belkide çocuğun kendi çantasıdır diye düşündü. Maalesef çocuk hemen ardından yan sıradaki çantayı kurcalamaya başladı.
Murat o sınıfta da işini bitirince daha fazla oyalanmak istemedi. Nedense bu sefer ilk yaptığındaki gibi bir endişe kaplamıştı bedenini. Kendini sakinleştirmeye çalıştı, hem kötü bir şey yapmıyordu ki, okulun iyiliği için diye kendini kandırmayı başarıyordu. İşin doğrusu okulun iyiliği için değil, arkadaşlarının kendisini kıskanması için yaptığını kendine itiraf edemiyordu. Yaptığı kötülüğü bir şekilde örtmeyi başarmış ve aslında kendini kandırmıştı. O sınıftada işi bitince kapıya doğru yanaştı, kapı biraz kıpırdamıştı. Acaba biri mi var diye düşündü. Hafif korkarak kapıyı açtı, kimse yoktu! Koridor da bomboştu. Hemen hızlıca sınıfına döndü. Sınıfının kapısından içeri girince derin bir ‘oh’ çekti. Artık bu iş, onu gerçekten germeye başlamıştı.
O gün akşam, henüz perşembe olmasına rağmen çıkışta dağılmamışlardı. Cuma akşamları İstiklal Marşı okudukları törene benzer şekilde sınıflar toplanmaya başlamıştı. Ve Müdür bey kürsüye geçti. Usül usül konuşmaya başladı. Ama bu her zaman ki uzun konuşmalarını gibi değildi. Daha gergin, daha üzgün görünüyordu. “Çocuklar bir kısmınızın farkettiği üzere, maalesef okulumuzda son bir kaç gündür hırsızlık olayları yaşanmaya başladı. Biz de bu işi takip edip, hırsızı tespit ettik!” O anda Murat kendini bayılacak gibi hissetti. Nasıl olurdu bu, kimse onu görmemişti. Kalbi yine deli gibi atmaya başladı. Müdür bey konuşmasına devam etti “Hırsızın kim olduğunu tespit ettik ve polislere haber verdik. Onlar da gelip hemen yakaladılar. 40 yaşında 3 çocuk babası bir adamın bunu yapması bizi çok şaşırttı. Şimdi bu adam; en azın 5 yıl hapiste, çocuklarından uzak kalacak. O üç çocuk da babalarının yaptığı hata yüzünden baba sevgisinden mahrum kalacaklar. Çocuklar biz sizleri ahlaklı yetiştirmeye çalışıyoruz. Lütfen hayatınızın hiç bir döneminde siz bu duruma düşmeyin, ve arkadaşlarınızın da bu duruma düşmesine izin vermeyin…” Murat şaşkınlığı bir kat daha artmıştı. İlk başta içi rahatlı, O’nu bulamamışlardı. Kurtulmuştu. Ama hemen sonra o sözler aklına geldi; “üç çocuk”, “beş yıl babasız”!!! Kendisinin yaptığı bir şey yüzünden birçok insan suçsuz yere cezalandırılmış oluyordu. Ne yapacağını bir an şaşırdı. Boşver diyesi geldi ama nasıl boşverecekti. Bu çok ama çok vicdansızlık olurdu. İçi kocaman sıkıldı, bu sefer korku değil ama anlatmaya zorlandığı ağır bir yük yüklenmiş gibiydi omuzlarına, dünya üzerine çöküyor gibiydi. Bütün enerjisi ve neşesi kaçmış, o çocukların halini düşündükçe dünya başına yıkılıyormuş gibi oluyordu.
Tören bittikten sonra herkes servislere doğru dağılmaya başladı. Murat ise öylece kalakalmıştı. Sonra kendisini müdüre doğru yürürken buldu. Ayakları bir şekilde onu müdüre doğru götürüyordu. Müdür bey de dönmüş okulun içine girmiş odasına doğru gidiyordu. Murat da okula girdi, merdivenleri tırmanırken ne yaptığının hiç farkında değildi. Bir şekilde yürüyordu, ama sanki o esnada dünyada değilmiş gibiydi. Bu iş nasıl buralara gelmişti?
Müdür beyin odasının önünde geldi. Artık o Murat değildi, fırtınalı endişe deryasında çırpınan küçük bir hamsi gibiydi. Dalgalar vurdukça bir oraya bir buraya savruluyor gibiydi. O savrulmalardan birinde kendisini kapıyı çalarken buldu. Yüzü buz kesmiş, donuk bir ifadeyle içeri girdi. Kafasını kaldıramıyordu, yüzü yerde müdürün masasına doğru ilerledi. Hala müdürün yüzüne bakamamıştı. Sonra konuşmaya çalıştı, “Öğretmenim belki de hırsız o adam değildir.” ve sonrasını getiremedi. Artık kendini öylece bıraktı, daha fazla bu yükü taşıyamacaktı. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. O esnada hiç beklemediği bir şey oldu, o çok korktuğu okul müdürü yanına geldi, yanaklarındaki göz yaşlarını silip saçını okşamaya başladı. “Murat sen ne yaptığını biliyorsun, bunun hatalı olduğunu anlayıp yanıma gelmene inan çok sevindim. Senin tertemiz bir kalbin var. Senin vicdanın işlerin daha kötüye varmasına izin vermedi. Bu kadar ders sana yeter. O aldığın paraları bana geri getir, bu durum ikimizin arasında kalacak. Bugün seni daha fazla üzmeyeceğim, ama yarın öğleden sonra gel seninle hem dondurma yiyelim, hem de biraz hayatı konuşalım”
Murat ilk bir kaç cümleden sonrasını pek duymamıştı. Bir anda kendini inanılmaz hafiflemiş hissetti. Kendini bu hale nasıl soktuğunu düşündü. Bir küçük yalanla başlamıştı herşey. Yalanın büyüğü küçüğü olmaz dediğini hatırladı dedesinin ve şimdi anladı bunun ne demek olduğunu. Artık bu oyunu daha fazla oynamak zorunda kalmayacağı için içini bir huzur kapladı ve okul müdürüne sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam etti. Ağladıkça içini boşalttı. Okul müdürünü hayatı boyunca bir daha hiç unutmayacaktı. Ve yine hayatı boyunca asla ufacık dahi olsa yalan söylememeye karar verdi.
Aşağıda sunduğum çizimi Mescid-i Aksa ziyaretimde Filistinli güvenlik görevlilerinden temin etmiştim. Buradan sizlerle paylaşmak istiyorum. Ancak hazırlayan kişinin de bilgilerini veriyorum ki (he ne kadar tanımıyor olsam da), dua ederseniz en çok pay onundur.
Hazırlayan: İhed Selim Celled
E- mail: ehad_jallad@hotmail.com
Bu haritayı bilgisayarınıza kaydedip çıktı almanızı tavsiye ederim. Ekranda küçük göründüğüne bakmayın, orjinal ve kaliteli hali ile yükledim, indirdiğinizde çok daha büyük görüntüleyebilirsiniz. Daha büyük halde görüntülemek için : Büyük Harita
Kıble Mescidi
Ömer Mescidi
Zekeriya a.s Mihrabı
Selahaddin Eyyübi Minberi ve Nurddin Zengi Minberi
Nebi Kapısı (Çiftli Kapı)
Hataniyye Köşesi
Kadınlar Mescidi
Yusuf Ağa Kubbesi
Megaribe Kapı Minaresi (Fahriyye)
Megaribe Mescidi (İslam Müzesi)
Megaribe Kapı Sebili
Megaribe Kapısı
Burak Duvarı
Megaribe Mahallesi
Çam Namazgahı
Tenkeziyye Medresesi
Silsile Kapısı ve Sekine Kapısı
Musa Kubbesi (Darul Kur’an)
Mahkeme Minaresi (Silsile Kapı Minaresi)
Eşrefiye Medresesi
Kazım Paşa Sebili
Nahaviyye Kubbesi
Yusuf Kubbesi
Burhaneddin Minberi (Yazlık)
Güney Kemeri
Güney Doğu Kemeri
Şadırvan Namazgahı
Ke’es Şadırvanı
Ke’es Namazgahı
Cenazeler Namazgahı
Güney Batı Kemeri
Batı Kemeri
Kubbetus Sahra
Mirac Kubbesi
Muhammed Halili Kubbesi
Nebi Mihrabı Kubbesi
Silsile Kubbesi
Doğu Kemeri
Ahmediyye Medresesi
Ahmed Rıvan Paşa Halveti
Muhammed bey Halveti
Kuzey doğu Kemeri
Kuzey Kemeri
Ruhlar Kubbesi
Arslan Paşa Halveti
Kuzey Batı Kemeri
Hızır Kubbesi
Bayram Paşa Halveti
Şa’lan Sebili
Kattanin Kapısı Namazgahı (Pamukçular)
Osmanlı Medresesi
Mathara Kapısı
Kattanin Kapısı (Pamukçular)
Hadid Kapısı (Demir)
Mustafa Ağa Sebili (Budeyri)
İbrahim El-Rumi Sebili (El- Busayri)
Nazır Kapısı
Gavanime Kapısı
Gavanime Kapı Minaresi
El-Caviliyye Medresesi (Ömeriyye)
As’ardiye Medresesi
Melekiyye Medresesi
Farisiyye Medresesi
Emeniyye Medresesi
Mencikiyye Medresesi
Kral Faysal Kapısı
Davadariyye Medresesi
Süleyman Kubbesi
Peygamber Aşıkları Kubbesi
Basitiyye Medresesi
Riyad El-Aksa Okulu (Erkekler)
Hıtta Kapısı
Abdesthaneler
Esbat Kapı Minaresi
Salahiyye Medresesi (An Kilisesi)
Esbat Kapısı
Darul Hadis
Babul Rahme Kabirleri (Şdded Bin Evs ve Ubade Bin Assamit) r.a.
Bugün artık emeğin, sermayenin ve hatta çok çalışmanın eskiden olduğu kadar başarıya etki etmekten uzaklaştığı günleri yaşıyoruz. Çok bilindik, ünlü bir marka olmak için sermaye, emek, vb. klasik finansal terimler önemini yitirmeye başlıyor.
Büyük alış-veriş merkezi kurmak bir zamanlar karlı görünebilir, ama artık rakipleri çok. Ya da kocaman bir fabrika işletmek marifetti bir zamanlar, ama artık fabrikatör kelimesi kadar eski ve demode olmuş bir yöntem. Fabrika kurmak için insan kaynağı da kolay, makinelerde kolay, hatta duruma göre finansman dahi çözülebiliyor. İşlerin bu kadar kolaylaştığı bir devirde, başarının anahtarı ne?
Başarıya onlarca anahtar uyar elbette. Benim elimde bildiğim bir kaç tane var. Bu aralar en ilgi çekici olanı, akıllıca çalışıp, herkesin yaptığının ötesinde, belki hiç yapılmamışın peşinde koşmak. Yani zor olanı yapmak. Zor olanı yapmak ile çok çalışmayı birbirine karıştırmayın. Çok ama çok çalışıp kendiniz gibi yüzlerce insanın yaptığını yaparak para kazanmaya çalışıyorsanız size saygı duyuyorum, ama bu gerçek anlamda fayda üretmek için pek de akıllıca bir yöntem değil.
Zor olanı yapmak, bir grup müşterinin, arayıp bulamadığı, belki akıl edemediği, ve hatta ilk duyduğu zaman almak dahi istemeyeceği, ama aslında hayatını kolaylaştıran ya da para kazanma yolunu farklılaştıran, verim artıran ya da insanları mutlu eden bir ürün ortaya çıkarmaktır. Bu harika bir şarkı da olabilir, hiç akıl edilmemiş bir elbise de olabilir, illaki teknoloji olarak düşünmemek gerekir.
Haydi örnek verelim. Bugün artık video içerik üretmek aldı başını gitti. İnsanların ellerinde telefon herhangi bir olayı, toplantıyı, hareketliliği, halı saha maçını kaydediyorlar. Pek çoğunuzun bildiği bir gerçek ki, YouTuber olmak artık önemli bir mesele. Extreme bir spor yaparken ya da gerçekten hareketli anların videolarının ilgi çekici olduğu da bilindik bir gerçek. Ancak bir sorun var, hareket varsa en kral telefon bile yavaş kalır. GoPro bu noktada cevap üretiyor. Olmayını düşünüyor, üretiyor, ilk başta tutulmuyor ancak bugün bu işlerde bezi olan herkesin bildiği, kabul ettiği ve hatta hayal ettiği bir ürün.
GroPro ile Kudüs ziyaretim sırasında çektiğim bir videoyu keyifle dikkatinize sunmak istiyorum. https://www.youtube.com/watch?v=U-ln04nLnmQ Ama işin üstadı bazı arkadaşlarımdan eleştiri geldi, yürürken çok sallanmışım diye. Bir başkası yol gösterdi, Gimbal diyerek. İşte ikinci örnek, kamerayı ne kadar sallarsanız sallayın, Gimbal istifini bozmadan kamerayı ağır ağır yönlendiriyor. Elde taşınabilen, pratik bir cihaz.
Bazıları için bu anlattıklarım kulağa çok bilindik gelmiş olabilir. O zaman kendi hikayemi anlatayım, Actimoo. Önce kısacık bir domain bilgisi vereyim. İneklerden süt almamız için ineklerin düzenli olarak yavrulaması gerekiyor. İneğin gebe kalması için tohumlanması lazım, ancak günümüzde bu işler doğal yollardan olmuyor. Ülkemizde dahil, neredeyse dünyanın tamamında, inekler “yavruları iyi süt veren” boğaların spermalarının veteriner tarafından ineğe atılması ile tohumlanıyor. Tersi durumda 30 litre değil, 12-15 litre veren bir yavrunu olabilir, kim bunu ister! Ancak burada başka büyük bir sorun karşımıza çıkıyor, inekler öyle her zaman atılan tohum ile gebe kalmıyorlar. Hormonel değişimlere bağlı olarak, ortalama 21 günde bir, yaklaşık 12 saat süren bir tohumlama zamanı oluyor ve bu zamanı yakalamanın yolu artan ostrejen hormonu sayesinde inekte yaşanan hareketlilik, huzursuzluk. [Anadolu insanı bu hale harika bir isim vermiş, boğasama. Susama kelimesi gibi birşey 🙂 ] Bu tohumlama zamanı inekten ineğe değiştiği gibi, onlarca inekte bu anı yakalamak tam bir kaos. Büyük işletmeler kurdukları binlerce dolarlık alt yapı sayesinde her bir ineğe pedometre takarak normal zamandaki hareketliliği üzerinden, kızgınlık anındaki değişimi yakalayabiliyorlar.
İşte bizde önce bunu yapmıştık. Ancak ülkemizde büyük işletmelerin ilgisini çekmek, hele ki yerli malının alnına vurulmuş her türlü olumsuzluğu da göz önünde bulundurduğunuz zaman neredeyse imkansız. Yıllar içerisinde geldiğimiz nokta, 5 ineği dahi olan işletmeye M2M ve Cloud teknolojileri ile çok daha düşük maliyetlerle hizmet verebilmek. Büyük işletmelerin sunucu odaları varsa, benim köylümün artık Cloud’u var!
Actimoo ile ilgili detaylı bir makele yazacağım inşallah. Ama artık bu yazıyı noktalayayım. Her zaman farklı bir bakış açısı ile insanların akıllarında dahi olmayan bir dertlerine çözüm üretebilirsiniz. Bu hem zor, hem akıllıca, hem fayda odaklı bir çalışma ile olur.
Öncelikle hemen şunu söylemeliyim, bir grup arkadaşınızla beraber Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmek çok keyifli ve hayırlı bir organizasyon. Kesinlikle tavsiye ederim. Diğer taraftan özellikle aşağıdaki yazıyı hazırlama amacım, düşük maliyetle ziyaret imkanlarını göstererek daha çok kişinin ziyarete gidebileceğini göstermek. Zira oradaki insanların dışarıdan gördükleri manevi destek genel olarak sadece biz Türkiye Müslümanlarından geliyor.
Diğer taraftan genelde insanlarda hissettiğim ilk düşünceye yanıt vererek başlamak istiyorum. Filistin’i ziyaret etmek için İsrail büyükelçiliğinden vize almanız gerekiyor, ve belki itiraf edemeseniz de İsrail vandallığından, barbarlığından çekiniyor olabilirsiniz. Açıkçası çekinecek hiç bir şey yok, bize yapabilecekleri bir şey yok. Zira hamdolsun ülkemiz muz cumhuriyeti değil, Mavi Marmara olayındaki dik duruşumuzun etkilerini bugün dahi görüyoruz. Türklere polis ve diğerleri pek bulaşmak istemiyorlar. Tabii ki bu bizlere taşkınlık yapma hakkı tanımıyor, biz sivil insanlar olarak orada bulunmak, dini ziyaretlerimizi yapmak ve Filistinli Müslümanlara manevi destek olma niyetinde olmalıyız.
Aşağıdaki yazı, Mescid-i Aksa’yı manevi duygularla ziyaret etmek isteyenler için hazırlanmıştır. Turistik bir gezi rehberi değildir, sadece düşük maliyetlerle bir tura dahil olmadan nasıl gidilebileceğini anlatmak amacıyla yazılmıştır. Hanımlarda yanlarında mahremleri ile gidebilirler, hatta küçük çocuklar dahil aileler için de aşağıda yazan yöntemler uygulanabilir. Sadece ekibinizde ingilizcesi iyi olan birilerinin olmasında fayda var.
Yıllar önce ilk gidişimde herşey Pegasus üzerinden ucuz uçak bileti ile bulmamız ile başlamıştı. Gidiş-geliş toplam kişi başı 300 TL vermiştik. Bu gidişimle ilgili, bileti nereden aldığım, hangi otelde kaldığım ile ilgili tüm detayları şu blog yazımda bulabilirsiniz.
Mescid-i Aksayı ziyaretimin üzerinden 18 ay geçmişti. Ankara’da bir cuma namazında imamların o alışıldık ve alışmış olmamız sebebiyle tamamiyle hipnotize etme özelliği kazanmış hafif abartılı hitabeti sebebiyle, düşüncelere dalmışken aklıma Aksa düştü. Cuma’nın da bereketi, namazdan çıkar çıkmaz tekrar ziyaret etmenin planlarını yaptım. Geçen seferkine göre tek bir farkla, tüm dostlarıma ilan ettim.
“8.Aralık.2017 Cuma günü Kudüs’e gitmeye niyet ettim. Toplam maliyet kişi başı 900 TL olacak. Gelmek isteyenlere herhangi bir organizasyon vaadim olmaksızın, sadece geçmiş tecrübelerimde yol arkadaşı olabilirim.”
Bu ilanımı ziyaretimizden 5 ay önce temmuz ayında yaptım. Olumlu yanıt verenler için Hashimi Otel’den odaları ben kiraladım. Ama herkes uçak biletini kendi aldı. Böylece seferden yaklaşık 4 ay önce uçak biletlerini almış olduk.
GERÇEKTEN ÖNEMLİ EK : İsrail sınır kapısı girişlerinde ya da daha öncesinde vize verme sürecinde, aynı akipten olan kişilerin beyan edilmesini istiyor. Eğer siz başvuru sırasında tek başınıza (ya da bir iki arkadaşınızla) gittiğinizi ifade ettiyseniz, ve aslında daha kalabalık bir grupla gidiyorsanız bu anladıkları durumda vize/giriş izni vermeyeceklerdir. Nasıl anladıklarına gelince, hepiniz aynı uçakla gidip geliyorsanız bir de üstüne aynı otelde kalıyorsanız, siz bir ekipsiniz demektir 🙂 Bu durumdan kaçınmak için, dönüş uçakları farklılaştırılabilir ya da Booking.com’dan iptal edildiğinde extra ücret almayan otellerden rezervasyon yaptırılabilir. (Bu maddeyi, sıkıntı yaşadığını beyan eden dostlarımdan aldığım bilgiler ışığında sonradan ekledim.)
Uçak bileti İstanbul-Tel Aviv : 450 TL
Ankara İstanbul Uçak Bileti : 200 TL
Otel 2 gece konaklama : 350 TL (40 dolar, 4 kişilik oda, kişi başı maliyet) Hashimi Otel
Tel Aviz – Kudus Gidiş-Geliş : 150 TL
Gezi planı
Perşembe 22:50 – İstanbul-Tel Aviv uçuşu. (PC-779 numaralı uçuş)
Cuma 00:20 – Tel Aviv iniş. Gümrük işlemleri vs, yaklaşık 1 saat bekleme.
Cuma 03:00 – Kudüs’e varış.
Cuma 04:00 – Aksa’da Teheccüd namazı
Cuma 06:00 – Aksa’da Sabah namazı
Cuma 08:00 – Aksa’da kısa bir gezi ve ikramlarla sabah kahvaltısı
Cuma 10:00 – Kısa bir uyku 🙂
Cuma 12:30 – Aksa’da Cuma namazı
Cuma 15:00 – Otele giriş.
Dikkat : Otele perşembe gecesi giriş yapmadık. Böylece hem vaktimizi Aksa’da değerlendirdik, hem de maliyetimiz aşağı çekmiş olduk.
Pazar 11:00 – Otelden Tel Aviv’e doğru taksi yolculuğu
Pazar 12:30 – Havaalanına varış.
Pazar 16:00 – İstanbul’a uçuş. (PC-782 numaralı uçuş)
Vize Başvuruları
Vize başvurusunu yine bireysel olarak yaptık. Vize başvuruları ücretsiz ve basit bir form doldurarak alınabiliyor. Ancak ziyaret tarihinden bir aydan fazla zaman varsa başvuruyu kabul etmiyorlar. Ankara Büyükelçilikte başvuru için : http://embassies.gov.il/ankara/ConsularServices/Pages/vize-hizmetleri.aspx
Vize başvurusu ile akla gelebilecek bir kaç soruyu yanıtlamak istiyorum. Vize başvurusu ücretsiz, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi çok yoğun evrak yükü de bulunmuyor. Yanınızda reşid olmayan çocuğunuzu getirecekseniz, diğer ebeveynin rızası yanında doğum belgesi vb. gibi saçma ek belgeler de isteyebilirler. Çalışmayanlar için işler biraz zor. Ancak son toplamda şunu unutmamak gerekiyor, İsrail’den Türkiye’ye gelenlerin sayısı, Türkiye’den İsrail’e gidenlerden çok daha fazla. Bu da demek oluyor ki, bize vize vermemeleri, işleri zorlaştırmaları durumunda benzeri ile karşılık verilmesi durumunda o taraf daha çok zarar ediyor. Bunun onlar da farkında.
Aklınıza gelen soruları telefonla da sorabilirsiniz. Ancak telefonlara sadece internet sitesinde yazdıkları saatler içinde bakıyorlar. Bunun dışında hiç boşuna arayıp bilgi almaya çalışmayın. Ayrıca elçilik çalışanları kaba ve özellikle güvenlik konusunda çok hassaslar. Elçilik kapısının önünde bekleyemiyorsun, yolun karşısına geçiriyorlar. Kapıdan içeri girmek için kendilerince güvenlik soruşturmaları yapıyorlar. Bu soruşturmadan yanıt gelinceye kadar, yağmur-kar umurlarında değil, dışarıda bekletiyorlar. İçeri girerken çok abartı bir aramadan geçiriliyorsunuz, havaalanı protokolünün üzerine biraz daha korkaklık ve paranoya ekleyin. Kemerimi cihazdan geçirdiği halde, jilet saklamış olma ihtimalime karşı santim santim büktüler, cüzdanımın aralarına varıncaya kadar baktılar. Dahası bunları içeriye almayıp bir dolaba kitlediler.Güvenlik konusunu o kadar abartıyorlar ki, dalga geçilecek durumdalar; ama gülsen bozuluyorlar.
Bu arada vize başvurusu sırasında önemli bir konu var. 10 kişinin üzerindeki grupların İsrail’den ayrıca özel olarak izin alması gerekiyor. Bu konuda dikkatli olun, zira grup olduğunuzu elçiliğe beyan etmeseniz bile ülkeye giriş yaparken farkederler. Ve bu sizin için biraz sorun olabilir. Bu konuda ilerleyen paragraflarda yaşadıklarımızı paylaşacağım.
Yolculuk Öncesi Hazırlık
Herkesin hazırlığı kişisel ihtiyaçları bağlamında farklı olabilir. Ancak ben birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum.
Yerel para birimi Şekel. Kur olarak TL’ye çok yakındır. Ancak Türkiye’de zor bulunur. Bunun için dolar almak mantıklıdır.
Günlük harcamanızın ne kadar olacağını kendiniz hesaplamalısınız. Dervişane bir gezi yapacaksanız kabaca 200 Şekel karşılığı dolar yeterli olacaktır.
Kaynaklar altında detaylandıracağım kitapları alıp okumalısınız, ben önemli yerlerin fotoğrafını çekip Pdf yapıp telefonumda taşımıştım.
Prizler bizimle uyumlu.
Otelde pek vakit geçirmeyeceğiniz düşünürseniz, iyi bir power bank ihtiyacınız olacaktır.
Ülkeye Giriş ve Çıkış
Biz grubu 4 kişilik alt gruplara böldük ve giriş için dörderli ekipler halinde gişelere yanaştık. Arkadaşlara tek uyarım Kudüs kelimesine gıcık oldukları, bunun yerine köprüyü geçene kadar Jerrusselam (selam kapısı) ismini kullanmaları gerektiğini hatırlattım. Girişte klasik sorularla karşılaşıyorsunuz, “neden geldiniz”, “ne zaman döneceksiniz”. Ne zaman döneceğimiz noktasında hepimiz uçak biletleri aynı olduğu için, hop diye bizlerin daha büyük bir grup olduğumuzu anlayıp, bir kısmımız kenara ayırdılar. Geçenler Kudüs’e doğru yola devam ettiler, şüphelendikleri bir miktar arkadaşımla beraber bir küçük odaya götürüldük. Burada şüphelendikleri kişileri detaylı sorguya çekiyorlar. Üzerinizde biraz daha psikolojik baskı oluşturuyorlar. Ama bunlara hazırlıklı olursanız yapacakları bir şey yok. Ne yani, “canım istemiyor sizi ülkeye almayacağız” diyemezler. Bunu genelleştirseler, Türkiye’de aynısını yapacağı için Yahudi tarafı daha çok zarar görür. Siz bu bilinçle kendinize güvenin, ama özgüveni de abartıp saldırganlaşmayın. İlk sorguya grup içerisinde ben girdim, ekibimi tanıttım, grup olmadığımız zira ticari bir amaç gütmediğimizi, ancak birlikte hareket ettiğimizi belirttim. Neden o tarihte geldiğimizi sordular. Bizim cevabımız çok rahattı, 5 ay önce bilet almışız, 1 ay önce vizemizi almışız, o Tarihte gelmemiz ancak ve ancak Allah’ın lütfuydu, bizim planımız değildir. Tabii lütuf konusunu onlar anlayamazdı. Kısa ve emin cevaplarla, ziyaret maksadımız belirttim. Açıkçası iyi bir Ingilizce işinizi kolaylaştırıyor, ve muhattabınızı da etkiliyor. Hepsinden öte yol boyunca el-Fettah (Her türlü zorluk ve müşkülleri çözen, maddi-manevi bütün kapıları açan) zikri çekip, Rabbimize tevekkül etmiştim. Sonuçta ekipteki diğer arkadaşları sorguya çekmeden sadece benim beyanımla hepimize giriş izni verdiler.
Kudüs’e Gidiş ve Dönüş
Aslında akış içerisinde dönüşü sona bırakmam lazım, ancak anlam bütünlüğü ve karşılaştırma açısından burada anlatmayı tercih ediyorum. Havalanında çıkış yaptığınız kapıdan az ilerideki yola varır varmaz hemen sağ tarafınızda sıra sıra dolmuşlar var. 10 kişi dolduğu anda yola çıkıyorlar. İngilizce bilmiyorsanız iki kelime sizin için yeterli : Kudüs anlamında İngilizce “Jerrusselam” ve eski Kudüs surlarında giriş kapısı Şam Kapısı anlamında “Domescus Gate”. Kişi başı 64 Şekel vermeniz gerekiyor. Şoförünüz Yahudi olacağı için pazarlık için hiç boşuna uğraşmayın 🙂 Bizim kalacağımız Hashimi Otel için en uygun iniş noktası Şam Kapısı. Havaalanında trafiksiz doğrudan gidilirse toplam yolculuk 60-80 dakika arası sürüyor. Ancak dolmuş garip bir şekilde tüm yolcularını evlerine bıraka bıraka gezdiği için 2 saat dolaşma ihtimaliniz de var. Eğer uçağınız bizimle aynı saatte inerse, gece yarısı Kudüs’e varmanın pek bir anlamı yok zaten, Aksa sabah saat 04:00’de açılıyor.
Dönüşte ise yine Şam kapısının önünden taksilere binebilirsiniz. Taksiler 300 dolar diyor, ancak pazarlık yapmak mümkün, 250 Şekel’e götürüyorlar. Eğer 4 kişi binerseniz dolmuşla hemen hemen aynı fiyata gelmiş oluyor. Dahası dolaşmadığı için daha hızlı gitmiş oluyorsunuz. Sabah saat 11’de yola çıktığımızda 12’yi biraz geçe havaalanına vardık. Havaalanı girişinde Yahudi askerler aracı durdurup bizim inmemize izin vermeden bagajı aradılar. Sonra da bizi hesaba çektiler. Neden geldiniz, nerelere gittiniz, ne yaptınız vs. Aksa’ya geldik, namaz kıldık, başkada bir yere gitmedik demek yeterli bir cevap. Ben biraz abartıp “Batı Duvarı (ağladıkları yer) ve Kıyamet Kilisesini Ziyaret ettik” dedim, “Neden Hristiyan mısın?” dedi. Aslında amacı hafif gerginlik yapıp, psikolojik baskı ile varsa açığınızı ortaya çıkarmak, gülün geçin. Çok korkuyorlar, ne yapsınlar….
Bu arada çıkış yaparken güvenlik kontrolüne girmezden önce yine bir sorgu sualden geçiyorsunuz. Ayrılırken de yine “Nereye gittiniz?”, “Ne yaptınız”, “Nerede kaldınız” sorularını ilk bir kaç kişide aynı yakaladıkları zaman, yine grup olduğunuzu anlıyorlar. Bu sefer bir üst memur geliyor, biraz daha detaylı sorabiliyor. Sonra da kafalarına göre size bir risk kodu belirleyip ona göre güvenlik uygulamasına tabii tutuyorlar. Bizim hepimizi en detaylı arama kapısına verdiler. Ayakkabı çıkarmanın ötesinde, bilgisayarımız ve tüm elektroniklerimize bir bez sürüp örnek alıyorlar. Bu örneği otomatik inceleyen bir makine ile patlayıcı madde izi arıyorlar.
Kudüste Otel ve Yemek
Daha önceki yazılarımda tavsiye ettiğim Hashimi Otel için bir kaç not daha düşmem lazım. Birincisi otel yıldızlı değil, beklentiniz çok yüksek olmasın. Temiz havlu, çarşaf ve temiz bir oda yeterli diyorsanız sıkıntı yok. Ama odanızın dar olması, oda içerisindeki ekipmanın eski olması size sıkıntı verecekse daha başka, pahalı bir otel düşünebilirsiniz. Ancak belirtmek lazım ki, Hashimi Otel’in sur için olması, yani Eski Kudüs denilen surların içinde kalan yerde olması ve dahası Mescid-i Aksa’ya yürüme mesafesi sadece 2 dakika olması çok büyük avantaj. Ezan okunmadan 10 dakika önce uyansanız dahi namaza yetişebiliyorsunuz. Eğer ibadet amaçlı gidiyorsanız, konaklama için Hashimi otel doğru adres…
Hashimi Otel’den çıkıp Teheccüt namazına giderken çektiğim videoyu seyrederek hem konumunu ve hem Kudüsü hem de işgali daha iyi anlayabilirsiniz :
Yemek konusunu yine daha vurgulu bir şekilde uyarmak istiyorum. Yemekler tahmin ettiğinizden de pahalı. 2 çorba, 5 felafel (5 adet nohuttan yapılma köfte) için 50 dolar ödeyebilirsiniz. Yani çok hafif bir yemeğe dahi vereceğeniz bedel kişi başı bir öğünde 20-25 dolar olacaktır. Bugünün (Aralık.2017) kuru ile hafif bir yemek size 20 x 3,9 = 78 TL’ye patlayabilir. Bu arada sizden bu parayı isteyecek lokanta hiç de öyle lüks bir yer değil, olabildiğince sıradan bir dükkan düşünün… Yani “burada ne kadar yemek ne kadar pahalı olabilir” demeyin. Her nerde yerseniz yiyin, önce mutlaka fiyatını sormalısınız. Cevapları çok pahalı olmadıklarını ima etmek için “1 Milyar Dolar” olabilir, kanmayın. Çözümü, mümkün olduğunda bisküvi vs. Türkiye’den götürebilirsiniz, ancak daha ucuz yemek seçenekleri için sur dışına çıkmalısınız. Evet Müslüman dükkanı tercih etmek mantıklı, ancak Müslüman adam beni kazıklamaz diye düşünmeyin, kazık atmıyorlar orada hayat pahalı 🙂
Kudüs, Aksa ve Çevre Gezi Planı
Bu konuyu bir başka başlıkta ele aldım. Ancak her ne kadar ben anlatmış olsam da, bir kaç kitap okumanızda fayda var. Birincisi Talha Uğurluel’in Kudüs kitabını temin etmelisiniz. Hem ne kadar bir bilim adamı olmasa da, Arapça bilmediği için kaynakları yeterince inceleyememiş olsa da, Kudüs üzerine gezi temelli yazılmış pek seçeceğiniz yok. Diğer taraftan çok pahalı olsa da Kerim Balcı denen Fetöcünün kitabı da alınabilir. Kitap ile Kerim Balcının pek ilgisi yok aslında, ama kitap için imkan buldukça Dinler Arası Diyalog safsatalarını bolca eklemişler, dikkat edin. Bana da kızmayın, neden bu adamın kitabını öneriyorum diye, maalesef 2018 Ocak ayı itibariyle başka kaynak kitap yok.
Sizin için Aksa avlusunda görevlilerin verdiği haritayı buradan yayınlıyorum. Gerçekten gezerken çok rahat ettirecektir. Gittiğinizde orada bulamama ihtimalinize karşı indirip yanınıza almanızı tavsiye ederim.